Dijital Sonrası Tarihçeler / Ekmel Ertan

Dijital Sonrası, dijitalden sonra gelecek bir paradigmaya işaret etmiyor. Tam tersine dijital sonrası, dijital teknolojilerin sıradanlaştığı, gündelik hayatımıza ve kültürümüze içkinleştiği ve normalimiz haline geldiği bugüne işaret ediyor. Dijitalin devrim sürecini tamamlayıp gündelik hale geldiğine işaret ediyor. Son otuz yılda  dijitalin hayatımızı değiştirmesini bir yandan büyük bir hazla katılarak ve onaylayarak yaşadık öte yandan da eleştirel sanat işleri ve kuramlar üreterek tepki vermeye çalıştık. Ne ki, artık eleştirdiklerimiz ve onayladıklarımız ve hatta farkına bile varmadıklarımız her ne idiyse oldu, şimdi onlarla yaşıyoruz.

Bu sergi, dijitalin hayatımıza gerçekten ve çıkmamak üzere girişinden sonraki hayatımızın tarihçelerine bakmak istiyor. Bunu da başından, ilk girişimler, ilk sanatsal ürünlerden,1960’lar ve 1970’lerden başlayarak, her bir etkinlikle, her bir araştırma ya da sanat ürünüyle yazılan ve bugün içinde yaşadığımız paradigmanın parçaları olan tarihçeleri bugünden bakarak okumaya çalışıyor.

Medya sanatının Türkiye’deki geçmişine baktığımızda çok gerilere gidemiyoruz. Ben bu tarihin medya sanatına dair farkındalığın ve ilginin, internetin Türkiye’ye girmesiyle hareketlendiği ve aynı sürecin devamı olarak akademide görsel iletişim tasarımı bölümlerinin açılmasıyla kurumlaşmaya başladığı 90’ların ikinci yarısına kadar geri götürülebileceğini düşünüyorum. Ondan öncesinde, döneminin bilgisayar teknolojilerini kullanarak görseller üreten, işlerinin yanı sıra, perspektifi ve kendisini ilişkilendirdiği Amerika ve Avrupa’daki entelektüeller ve sanatçılar dolayısıyla işaret ettiği aralık bakımından Teoman Madra’yı ve 1950’lerden başlayarak deneysel çalışmaları ile Türkiye’de elektronik müziğin ilk isimlerinden olan İlhan Mimaroğlu’nu ve Bülent Arel’i alanda çalışan ilk sanatçılar olarak anabiliriz. Her ne kadar bu sanatçılar da kariyerlerini, bugün medya sanatı olarak adlandırdığımız aralıkta devam ettirmemişlerse de Türkiye’de alanı fark eden ilk isimlerdir. Teoman Madra fotoğraf ve görsel alanda bilgisayar kullanarak işler üretmeye devam etmiş, Mimaroğlu ve Arel ise kariyerlerine Amerika’da devam ederek elektronik müziğin öncüleri arasında yerlerini almışlardır. 90’lara kadar bu alanda çalışan başka bir sanatçı ismiyle karşılaşmıyoruz. Paris’te yaşayan, video sanatçısı olarak uluslararası bilinirliğe sahip olan Nil Yalter, 90’ların ikinci yarısında, medyumu kendi sanatsal ifadesi için araçsallaştıran multimedya uygulamaları yapıyor, Yalter bugün de bilgisayarı üretiminde kullanan bir video, performans sanatçısı olarak kariyerine devam ediyor.

Türkiye’de kariyerini medya alanında yapan sanatçılar ilk ürünlerini 2000’lerde vermeye başlayan genç bir kuşak. Dünyada 60’larda avant-garde sanatçıların işleriyle, teknolojiyi anlamaya çalışan ve sorgulayan sergilerle başlayan, 80’lerden itibaren bilgisayar teknolojilerinin gelişimine paralel yaygınlaşarak bir sanatsal ifade alanı olarak olgunlaşan medya sanatı 2000’lerden itibaren, aşağı yukarı 20-30 yıllık bir gecikme ile Türkiye’nin gündemine girdi.

İletişim ve bilişim teknolojileri doğası gereği bugüne odaklanıyor; birden bire dünyaya açılan kanallardan, tüm dünyanın bilgiyi paylaştığı ve yeniden ürettiği çok hızlı gelişen ve değişen süreçlerle, hep en son malumat akıyor. Bugün alanda çalışan, eğitim gören veya ilgilenen herkesin bildiği yazılım ortamı Processing 2001’de, donanım arayüzü Arduino 2005’de ortaya çıktı. Yani Batı’da araştırmaların sonuçlar vermeye, yaygınlık kazanıp kitlelere ulaşmaya başladığı sıralar, Türkiye’de ilginin henüz oluşmaya başladığı yıllardı. Internet hızlı bir şekilde olgunlaşıyor ve genç kuşağın temel bilgi kaynağı haline geliyordu. Sürekli olarak yeni araçlar geliştiriliyor, var olanların yeni sürümleri çıkıyor ve yaratıcı insanların uygulamalarıyla perspektif sürekli olarak dönüşüyorken, Türkiye’deki genç kuşak da kısa sürede bu tempoya ayak uydurmakta gecikmedi. İlgi alanına giren medya sanatını (ve tasarımını) hep en son malumatlarla tanıdı, öğrendi ve üzerine kendi bilgi ve becerisini katarak çoğaltmaya devam etti. Gündem hep çok hızlı ve çok meşguldü, geriye bakacak zaman yoktu. O yüzden biz tasarım alanında da sanat alanında da, üreteni de izleyicisi de, günü yakalamaya çalışırken geçmişe bakmayı ihmal ettik. Bu serginin hedeflerinden biri o ihmal ettiğimiz aralığa bir kapı açmaktır.

Medya Sanatı yaşadığımız hızlı değişime eşlik eden, her aşamasında değişimi görünür kılan, övgünün yanı sıra ve yoğunlukla eleştiren ve tehlikelere işaret eden, alan hakkında sürekli sorular üreten, teknolojiyi sorunsallaştıran belki de tek alandır. Bu yüzden medya sanatının tarihi aslında eleştirel bir teknoloji tarihidir. Bugün geleceğe dair bir yön tayini için her şeyden çok bu eleştirel bakışa ihtiyacımız var. Teknoloji gündelik yaşamımızın tüm alanlarını yeniden düzenlerken, kişisel gizlilik haklarımız ciddi biçimde tehdit altındayken, gözetim uluslararası politik bir mesele haline gelmişken, bilgiye erişim hakkı kısıtlamalarla boğuşurken, bugüne kadar yazılmış bütün distopya romanları vitrinlerin ön saflarına taşınmışken, bir dizi etik değişikliğin de-facto yaşama zerk edildiği bir dönemde tüm bunları mümkün kılan teknolojilere eleştirel bir bakış sağlayacak aralığı açmak, genişletmek en acil ihtiyaçlarımızdan biri haline gelmiştir.

Bu sergi tam da medya sanatının bu şahitliğini, 60’lardan bu yana ele alıp gözler önüne sermeye çalışıyor. Bir yandan da medya sanatının nasıl konumlanacağına dair Türkiye’de bir tartışma açmayı umuyor. Giderek ana akım sanat piyasası içinde yer alan medya işlerini kendi tarihsel zemininde yeniden ele alıp eleştirel söylemlerini ve işaret ettikleri sorunsalları hatırlatarak, her birinin hala açık tartışmalar olduğunu göstermeyi hedefliyor.

Serginin iki ana ekseni var. Birincisi “9 Gece: Tiyatro ve Mühendislik” 1966 yılında New York’da, Regiment Armory binasında 9 gece süren bir dizi gösteriye yoğunlaşıyor. On sanatçının performanslarından oluşan etkinlik bir çok bakımdan bir ilk ve sanat-ve-teknoloji alanı için bir kilometre taşı olma özelliği taşıyor. Teknolojinin sanatsal bir anlatım aracı olarak potansiyellerini ortaya koyuyor, sanatçı ve mühendisin birlikte çalışmasının ilkelerini oluşturuyor. Bir sanatçı ve bir mühendisin – Robert Rauschenberg ve Bill Klüver’in – işbirliğiyle başlayan ortaklık medya sanatının kurucusu olan anlayışın, sanatsal yaklaşımın ve işbirliğinin temellerini atıyor.

İkincisi ise Yeni Eğilimler Hareketinin (New Tendencies) 1968-69 ve 1973 yıllarında Zagrep’de gerçekleşen 4. ve 5. sergilerine yoğunlaşıyor. Oldukça erken bir dönemde ve göreli olarak periferide ortaya çıkan bu iki öncü sergi ve çevresinde yarattığı tartışma, bir sanat medyumu olarak bilgisayarın rüştünü ispatlaması anlamına geliyor. Bu bölümde, Yeni Eğilimler’in 4. Ve 5. sergilerinde yer almış eserlerin yanı sıra, bu iki sergiye katılmamış ama Yeni Eğilimler hareketinin içinde yar almış ve medya sanatının ilk görsel ürünlerini vermiş, ilk enstalasyonlarını yaratmış sanatçıların işlerini göreceksiniz. Medya sanatının konvansiyonel sanat ortamını nasıl dönüştürdüğüne, yeni ve eleştirel yanıyla nasıl manifestolaştığına şahit olacaksınız.

Serginin diğer etkinlikleri olan Off-Line Medya Köşesi ve Cumartesi Seminerleri, ağırlıkla belgesel olan bu serginin kaynak sunma misyonunu tamamlıyor. Off-Line Medya Köşesi sanatçıları, araştırmacıları, sanatseverleri ve tüm öğrencileri (sanat, mühendislik, tasarım, sosyoloji, siyaset…) çalışmak ve sohbet etmek için bekliyor.

Sergi süresince gerçekleşecek bir önemli olay da bu defa sanatseverleri sadece izlemeye değil, Türkçe kaynakları zenginleştirme çabamıza katılmaya davet ettiğimiz imece çeviri faaliyeti. Bir kaç medya sanatı arşivinden birisi olan ve katılıma açık yapısıyla hızla zenginleşen artelectronicmedia.com’u hep birlikte Türkçe’leştiriyoruz. Sergi boyunca Off-Line Medya Köşesindeki 3 bilgisayar sizin katkınız için bekliyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir